13 Mayıs 2017 Cumartesi

Peygamber kimdir

Mesel şu abi; bana "peygamber kim" diye soruyorsun. Şimdi abi sana örneklerle anlatayım iyi dinle!! Evren, kainat, uzay boşluğu dediğimiz yer, milyonlarca şeyin parçalanarak çoğalarak, artarak sonra da kendi içinde ayrışarak, seçilerek yaşam alanlarının kurulu olduğu bir düzen. Biraz daha somutlaştırayım mesela milyarlarca gezegen oluşumundan bitane dünya çıkar. Yani o milyarlarca yıldız ve gezegen bir dünya çıkardı. Milyonlarca sperm içinden sadece bir kaçı bir insanı oluşturur vs... 
Dikkat et milyonlarca şeyden bir tanesi kemal / olgunlaşma dediğimiz şeye ulaşıyor. Varlık içinde her canlının bir kemale ulaşma hali vardır. Hayvanlar için de buna cins olarak tanımlarız. Mesala atlar içinde bir at çok seçkin ve incelliklidir. cinstir ve o atların efendisidir. insanlar içinde de böyledir. Sanmaki insanların çoğu derinlikli düşünme, öğrenme, kötülüğü fark etme vs gibi konularda hassas ve özellikli canılardır. İnsanların büyük bir kısmı içinde bulunduğu şartlara uyma, kültürden beslenme, onunla şekillenme, ondan faydalanma özelliğine sahiptir. Aynı diğer canlılar gibidir. Yeme içme barınma... Yani öyle adalet, eşitlik, özgürlük gibi incelikli fikirlere sahip değildir. Büyük bir yığındır insanlık. Aynı diğer canlı ve cansızlar gibi. İşte bunların içinden süzülerek, evrimleşerek bazı insanlar çıkar. Bu insanlar, insan denen canlının seçkinleridir.. ve İnsanları doğru yola, hidayet dediğimiz şeye; ahlaki, hukuki yaşanabilir bir dünya kurmak için çağırırlar. Anla yığınlar; canlı olsun, cansız olsun hiç farketmez içlerinden biri kemale ulaşırlar. Bu kemal kimisinde fiziksel, kimisinde ruhsal dediğimiz aklın zirvesinde yaşarlar. Peygamber işte bu zirve aklın; o kalabalık yığın insanın içinden süzülerek gelen canlılardır. Bu yığın insanlar, işte onların (peygamberlerin) çağrıları, davetleri ile doğruyu, ahlaklı olmayı, adaletli olmayı insanca yaşamak dediğimiz nitelikleri kazanırlar. Bir müddet sonra bu etki azalır çünkü dedik ya milyonlarca yığın insan sadece yaşam için vardır. Bunların okumuş olması, bilmem ne olması seni kandırmasın, hepsi bir canlı olarak sadece kendi yaşamlarını, kendi ihtiyaçlarını sürdürüler. Hiç birinin öyle ahlaki, akli, dediğimiz özel incelikli kavramları insanlığa ulaştırmak gibi bir nitelikleri yoktur. Onlar işte bu seçkin insanların kurduğu bilgi, ilim, hukuk gibi şeyleri öğrenerek bunları aktaran insanlardır. Olim anla yaw sen halife felan değilsin... sen kainatta olan bir yığınsın!!!! Halife olan seçilen -evrimsel- o kamil insanlar... önemseme kendini çok fazla.... koca dünyada yayıl işte...

14 Mart 2017 Salı

İnsan neden/niçin var oldu

Birgün size dinle ilgili çoğu meseleyi anlatabileceğim zaman gelecek... Ama o güne kadar din hakkında konuşan, oradan nemalanan, pirim yapan biri olarak var olmak istemiyorum. İşin özü "var olmak" istediğimi de pek sanmıyorum. İnsan neden/niçin var olmak ister, onu da pek anlamış değilim. Var olmaktan kastımın ne olduğunu anladınız değil mi(?). Yaşam denen ve canlı organizmaların üremesi, yeme, barınma ihtiyaçlarının karşılanmasından bahsetmiyorum yaw! İnsanın kendinde var olduğuna inandığı kimi yetenek, beceri veya kazanımlarını teşhir ederek varolma çabasından, ilişkiler kurmasından, bir başkasını etkileme arzusundan bunun gibi pek çok şeyden bahsediyorum. İnsanın kendi farkındalığını anlaması, kendi varlığını hissetmesinden....

"İnsan, neden, niçin var oldu?" sorusunu sormaya başladığımız andan itibaren, işte bu var olma, kendini gerçekleştirme denen sevda bütün insanlık tarihinde görülmeye başlandı. İnsan haricinde kendinin niçin varolduğunu soran bir varlık yok. Varsa da şu ana kadar en azından karşılaşmadık. Var olan canlılar da bizimle konuşmuyorlar zaten. Her canlı kendi türüyle ilişki halinde... yahu demek isteğim, sokakta gördüğümüz bir köpek "Abi biz niçin var olduk? hawww" diye dönüp sormadığı...

İşte insanlık 'biz niçin varolduk' sorusunu sormaya başlayınca bizim bir amacımız olmalı gibi bir halüsinasyona da sürüklenmiş oldu. Soru yanlış demiyorum verilen cevabın yanlış olduğunu söylemeye çalışıyorum. Yani yeryüzünde var olma nedenini bir görev, bir sorumluluk meselesine bağlamaktan bahsediyorum. İş niçin yaratıldığın meselesinden başlayınca bu silsile; "burada neden çalışıyorsun, niçin böyle düşünüyorsun" gibi pek çok sorunun da gelmesine neden oldu.  Elbette tekraren diyeyim, soru sormak iyi güzel de mesele verilen cevaplarda. Tabii sadece verilen cevaplarla birlikte muhatabın o cevaptan ne anladığı da ayrı bir sorunsal belki en önemlisi...

Buna Kur'an'dan bir örnek vereyim. Yani insan niçin yaratıldı meselesine... Bütün teolog, dinci, fanatiklerin bu ayeti nasıl anlamlandırdıklarından...  (tamam din anlatmayacağım dedim ama bu ayeti örnek vermeliyim başka bir örneklik olmaz).  "Biz insanları ve cinleri bize kulluk etsinler diye yarattık" ayetini bilmeyen yoktur sanırım.  (Ayetin mealini, gramatik tahlilini sonra vereceğim)

Bütün dinciler bu ayetin insanın yaratılış amacını izah ettiğini anlatır dururlar. Yani bizi yaratan Allah'a aynı zamanda bir görev alanı tanımlarlar. "Allah bizi neden/niçin yarattı" Allah adına cevap: "Ona kulluk edelim diye..." Yani tee Yunan'dan beri başlayan o felsefik sorunun cevabını bu ayet olduğunu idda ederler... Peki öyle mi?

Bu sorunu cevabını aslında "yaratılma" konusuna girerek vermeliyiz. Sahi Tales'den başlayarak, Pisagor'un, Platon'un anlattığı gibi bir "yaratılma" var mı? 

1 Mart 2017 Çarşamba

Peki "Zenginlerin kafası karışır mı?"

Çizeri bilinmiyor.
Gece uykum geliyor ta kî yatağa uzanıncaya kadar. Yatakla uykum arasında bir problem olduğunu düşünüyorum kimi zaman. Ama şimdiye kadar o problemi bulamadım. Kişisel kanaatim; sanırım uykum yatmaktan korkuyor. Uyursa bişeleri kaçıracağını mı düşünüyor acaba? Bilemiyorum. Ama bunun doğru bir davranış olduğunu sanmıyorum, uyanıkken çok fazla bişe kaçırmadığını biliyor. Hayatım, çoğu insanın heyecansız, hareketsiz dediği cümlelerden daha hareketsiz. Belki yorulmadığı için uyuyamıyordur, ki olabilir. Yorulmanın insan doğasına olumlu yanları var. Ayrıca olumsuz yanları da var. Belki bir gün bu olumsuz yanlarını da yazma fırsatı bulurum. Ne de olsa yazma konusunda hiç bir düzen. tertip veya amaç gütmüyorum. Yazar olmak içinse bir hedefin olmalı ona kendi okur kitleni seçmek diyor sales&marketingler. Yani ne yazmak istediğinin yanında kime  yazdığını da bilme. Tarih okurları için tarih kitabı, felsefe okuruna felsefe, ne okuması gerektiğini bilmeyene kişisel gelişim seti gibi...

Farkındayım uykudan yazarlığa atladık birden. Kafanızı karışmak istemem tabi. Karışık kafa iyi bişe olsa da... Gerçi günümüz insanı pek sevmiyor karışık kafalığı. Kafan karışık olunca ne yapman gerektiğini bilmiyorsun. Oysa programlanmış insanın gerekli olduğu günümüzde kafası karışık insanın ne yapacağı belli olmaz. Kurulu düzen kafası karışık insan istemez. Hatta kafa karışıklığını engellemek için psikoloğa gidiyor insanlar... Olamadı, psikolog onu düzeltme de yetersiz kalırsa bir üst makama; psikiyatra gidip ilaç alıp kafayı düzeltmek gerekir. Karışık kafa topla kafanı!!!

Ben de konuyu çok mu karıştırdım ne. Tabii fazla karışınca hazım sorunu yarışıyor insan. Hazım sorunu yaşayan birinin ilk önce karnı şişmeye başlıyor. Karışık beyin,  direk bağırsaklara tepkisini koyuyor ve içeriden bişe dışarı çıkmasın bizi el aleme madara etmesin, önce şu iç dağınıklığı toparlayalım der gibi başlıyor  alt sistemi kilitlemeye...

Uyku sorunlarını, yazarlıksız yazma tercihlerimi, kafa problemlerini, sindirim isyanını yazmayı bırakıp asıl amacıma, sosyal sorumluluk projem olan zenginlerimize geçelim. Yalnız biliyor musunuz bugün zenginlerden hiç bahsetmek istemiyorum. Anmak dahi istemiyorum kerataları. Oysa onları seviyorum zenginler de beni seviyor. Onlar; değer verdikleri hiç bir şeye değer vermediğim için beni. Ben, çok paraları olduğu için onları seviyorum. Zengin demek zaten sadece parası olan demektir. Bir zengine sorun neyin var diye hemen "Param var" der. Bir fakire sorun size kendisinde var olanı saymakla bitiremez.  Sanırım ezikliğin intikamı... Neyi var neyi yok sayar. Ardından da "Çok şükür" der.  Fakir, çok şükür diyerek aslında bir gün zengin olacağına inanır. Şükür demezse elinden var olanlarında alınacağını da... Çok şükür deeee!

Peki "Zenginlerin kafası karışır mı?" diye sorduğunu işitiyorum.
Hayır karışmaz. Zenginlerin kafası karışmaz... dedik ya onların parası var...

27 Şubat 2017 Pazartesi

Zenginlerin ulaşım sorunu ne zaman çözülür

Biliyorum bayağı bir zaman geçti yazdığım şeyler üzerinden. Aslında ben neden yazdığımı bilmiyorum(?) yani bütün bunları... Neden yazdığımı bilmediğimi söylemem garip mi kaldı acaba. Bu modern insanın yaptığı her şeyi bilmek gibi bir derdi var ondan dedim... Sahi neden bilmeliyiz kimi yaptığımız işlerin sebebini, nedenini? Oysa örneğin neden-niçin uyuduğumuzu sorgulamayız... Yahu, bilmişlik taslayıp hemen itiraz etmeyin, tamam insan uykunun nedenlerini, sebeblerini anlamaya çalışır ama kalkıpta "Neden uyuyoruz uyumasak olmaz mı?" demez. Uyumanın iyiliği, güzelliği bilmem neyinden bahseder. Uyumayı kabullenir, kabullenmiştir ve hatta neden çok uyuduğunun sorgulanmasından dahi rahatsız olur... Anlıyorsunuz değil mi demek istediğimi? Anlamıyorsanız kendimi yoramam kusura bakmayın, o kadar da geri zekalı olmayın!

-Hemen kızmayın geri zekalı olmak kötü bişe değil. Hem kimi zaman faydalı da... ama onun faydalarını daha sonra anlatırım.  Yalnız şunu söylemeden geçmeyeyim; ben, geri zekalılığın insan doğasına daha uygun olduğunu düşünüyorum tamam biraz utanılacak bişe gibi duruyor ama geri zekalılık insanı mutlu ediyor. Gerisin işte, baştan biliyorsun ve ona göre yaşıyorsun her şeyi... Geri zekalılar için hayat çok kolay...

-Zenginlerin sorunlarını dertlerini yazıyorum biliyorsunuz. Fakirleri herkes dile getiriyor, onların sorunlarını, problemlerini vs.. onlara herkes sahip çıkıyor. Fakirin sahibi çok: Devlet, belediyeler, sosyal yardımlaşma kurumları ve tabi zenginler... Düşünün zenginler hep fakirlere sahip çıkıyor ama fakirler zenginlere asla sahip çıkmıyor. Hiç siz bir fakirin, zengine harçlık erdiğini gördünüz mü? Hayır, göremezsiniz! Neden(?!) Neden olacak fakirler çok benciller ondan. Ama zenginler öyle mi elbette hayır. Zenginlerin sahipsizliği işte tam burada başlıyor. Onlar bütün canı gönülden yardım severlikleri âli-cenablıklarıyla kazandıklarını bizimle paylaşırken zengin olmak ise hemen göze batmaktır. Paran çoksa keyfin yerinde diye düşünülür. Oysa ben zenginlerin ceplerinde hiç parayla gezdiğini görmedim. Kendine ait özel şoförlü makam aracıyla Ankara'dan, İstanbul'a giderken patlayan tekerini parasızlıktan yoldaki tamircilere değiştirttiremediğinden lüks arabasının distribütörünü arayıp yeni araba almak zorunda kalan zenginler bilirim.

Oysa fakirler öyle mi?

Fakirlerin ise asla böyle bir sorunu bulunmaz, zaten onların çoğunun arabası olmaz. Toplu taşıma kullanırlar. Orta sınıf fakirler ise arabaları varsa da zaten ceplerinde o anda arabanın tamirini yaptıracakları paraları, yahut fakir oldukları belli olduğundan tamircilerin iyi niyetli muameleleriyle karyılaştıklarından sorunlarını çözmüş olur...

21 Şubat 2017 Salı

Zenginleri dikizliyorum özentiden

İnsanın en zor zamanları sanırım durduğu zamanlar. Durmak; bir şey yapmamak. Kendini dar küçük bir dünyaya hapsetmek. Ben yaklaşık olarak dört yıldır kendimi küçük bir dünyaya kapattım. Tamam belki daha önceleri de çok kalabalığın insanı değildim. Öyle kalabalıkları zaten sevmem ama en azından görüştüğüm, konuştuğum, eğlendiğim, vakit geçirdiğim insanlar vardı. Anlıyacağınız uzun zamandır çoğunlukla kendimleyim. Sokaklarda yalnız gezmek, şehrin uğranılmaz mekanlarına uğramak hoşuma gidiyor.  Çoğu insan şehirlerin uğranılmayan yerlerinin fakirlerin yaşadığı mahalleler, sokaklar sanıyor. Yanlış! Hayır, şehrin uğranılmayan yerleri daha çok zenginlerin yaşadığı semtler, mahalleler, sokaklar. Gidin bakın göreceksiniz; çoğu sokak boş, insansız. Ortada gezen kimseyi bulamazsınız, bulduğunuz insanlar ya bir kapıcı, hizmetli, şoför gibi fakir takımları. Zenginler sokaklara, mahallelere uğramazlar. Onlar sizin bilemeyeceğiniz kadar lüks evlerinde ya istirahat ediyorlardır yahut misafirlerini ağırlıyorlardır. Bu aralar zenginleri dikizliyorum; anladınız hemen. Buna sosyolojide toplumsal yapının takibi, edebiyatta ise gözlem diyorlar. Bense kimi zaman takip, kimi zaman öykünme, eziklik gibi psikolojik tepkilerin sonucuna yani nesnel olamadığım için "dikizleme" terimini tercih ettim.

Evet, yukarıda da yazdığım gibi zenginlerin sokakları, mahalleleri çok sahipsiz bir de dikkatimi çeken çoğu hasta. Gerçekten, bitmeyen hastalıkları var. Paralarının büyük bir kısımını hastanelere, sağlıklı kalmaya harcıyorlar. Doktorlara harcadıkları para, aylık beş memurun aldığı maştan fazla olduğu kanaatindeyim. İlginç oysa fakirler, bunlar kadar hasta olmuyor. Fakirlerin bakımsızlıktan, yetersiz beslenmekten kaynaklı sağlık sorunları olması gerekirken, onlar doktora yılda bir iki yahut hiç gitmiyorlar. Kronik hastalıkları olan fakirler dahi öyle... Neden bu kadar sağlıklılar anlamıyorum...

Mesala zenginlerin hep bir sindirim sorunu var. Çok sağlıklı olmanın yolunun iyi bir sindirim sisteminden geçtiğine inanıyorlar. Çok dikkatliler bu konuya... Her gün özel egzersiz danışmanları gözetiminde spor, yürüyüş yapıyorlar. Çok dikkat ediyorlar... yani kilo almamaya... Sanırsın adamlar hiç defi hacet yapmıyorlar da olanı biteni sporla çıkarıyorlar. Spor çok önemli... Hasta olmamak için. Bir de psikolojileri çok bozuk haftada bir psikologa gidiyorlar hatta bir kısmı sabahları, bir uğruyorlar psikologlarının yanına...
Oysa fakirlerde tık yok ben hiç psikoloğa, psikiyatra giden fakir görmedim... Besili şişman, tombul tombullar...

Zenginlerin hep tuz, şeker sorunları var. Bu ikisini ağızlarına almamaya çalışıyorlar...
Fakirlerse pastanelerde hazırlanmış ucuz pasta, baklava gibi tatlılardan yiyorlar çok şanslılar...

Zenginleri yeni yeni tanıyorum/dikizliyorum.  Onların değinilmeyen problemlerini yazacağım ama yeni başladım bu işe...

Ben insanların neden zengin düşmanlığı yaptığını anlayamıyorum. Aslında buna zengin düşmanlığı demeyelim zengin eleştirmenliği, zenginden hoşlanmama gibi şeyler daha doğru. Oysa zenginlerin inanılmaz sorunları ve dertleri var. Onlardan sadece birini sizlere anlatacağım bakın görün inanamayacaksınız. Zenginleri dikizlediğimi ve onların sorunlarını kaleme alacağımı yazmıştım bir önceki bölümde. Evet işte o belgesel yazının bugün ikincisini yazıyorum.

Dün evden çıktım, otobüse bindim. Otobüs, fakirlerin toplu taşıma araçlarının en yaygını ve en başta geleni. Otobüsle olan duygusal bağımın nitelik ve niceliğini ise belki bir gün yazarım. Neyse işte.. Otobüse bindim, önce Beşiktaşa oradan da Bebek'e geçmek için aktarma yaptım. Ama otobüsün Bebek'e kadar gideceğini sanmıyordum orada öğrenmiş oldum... Hatta belki de otobüsler yasaktır diye düşünüyordum: Zenginlerin böyle araçları görmek istemeyecekleri önyargısıyla. Ama öyle değil tam tersine zenginlerden en ufak bir tepki yoktu. Tamam farkındayım bu yazdıklarımın bir kısmına uyduruk hikayeler muamelesi çekiyorsunuz Ama öyle demeyin ben gayet samimi ve içten düşüncelerimi yazıyorum... Tamam biraz fazla abartıyorum, kendimi kaybediyorum ve sınıf farkının bende oluşturduğu komplekslerle sallıyorum. Olabilir(?!)

Peygamber kimdir

Mesel şu abi; bana "peygamber kim" diye soruyorsun. Şimdi abi sana örneklerle anlatayım iyi dinle!! Evren, kainat, uzay boşl...